OZANLARIMIZ
RUHSATİ
(1835 - 1911)
Asıl adı Mustafa olan Ruhsatî Sivas'ın Kangal İlçesine bağlı Deliktaş Köyü'nde H.1251 (M.1835) yılında doğmuştur. Şiirlerinden babasının adının Mehmet Olduğunun öğrenilmesine karşılık, annesinin ismine tesadüf edilememiştir. Ünlü araştırmacı yazar Eflatun Cem Güney, annesinin isminin Safiye olduğunu söylemektedir.
Fakir bir ailenin çocuğu olan Ruhsatî oniki yaşında iken babasını kaybetmiştir. Babasının ölümü üzerine Deliktaş ağalarından Ali Ağa'nın yanında azaplık etmiş, çeşitli işlerde çalışarak geçimini sağlama uğraşı vermiştir.
Kuvvetli bir tahsil görmemiş olan Ruhsatî'nin şiirlerinde Arapça'ya kısmen de olsa vakıf olduğu anlaşılmaktadır. Ruhsatî'nin başınhdan dört nikah geçmiştir. İlk karısı Meryem dediği Mihri'dir. Mihri ölmüş, beş çocuğu öksüz kalmıştır. Eflatun Cem Güney, Mihri'nin ölümünden sonra Ruhsatî'nin Ayşe adında bir kızla evlendiğini söylemektedir. Fakat bunun da ömrü vefa etmemiş, genç yaşında ölmüştür.
Ruhsatî, Mihri'nin ölümüyle kaybettiği sevgiyi üçüncü karısı Fatma'da bulmuştur. Fatma'nın da ölmesiyle dünyası kararmış, onsuz dünya gözüne görünmez olmuştur. Ruhsatî dördüncü evliliğini Mühimme ile yapmıştır. Ancak Mühimme hakkında geniş bir bilgi mevcut değildir. Dört defa evlenen Ruhsatî'nin bu evliliklerinden yirmi üç çocuğu olmuştur. Ancak bunlardan çoğu sağlığında vefat etmiştir. Hatta bir günde dört çocuğunu birden kaybettiğini şiirlerinde belirtmektedir. Ömrünün tamamını doğduğu köyde geçiren Ruhsatî, hayatının sonlarında da köyünde imamlık yapmıştır. H.1327 (M.1911) yılında vefat eden Ruhsatî'nin mezarı doğduğu köy olan Deliktaş'tadır.
Ruhsatî alçak gönüllülüğüyle, mütevazi karaktaxeriyle herkes tarafından sevilip saılan bir insandır. Yazdığı taşlamalarında bile munistir. Haramdan, koğ ve gıybetten ömrü boyunca kaçmıştır. Kendine emanet edilen sırları ne pahasına olursa olsun saklamasını bilmiştir. Basiret, kanaat, tevazu ve iz'an sahibi birisidir. Kimseyi kıskanmamıştır. Kimsenin malına göz dikmemiş, kimsenin işine karışmamıştır. Dinine aşk derecesinde balı bir insandır. Hayatı hep yoksullukla geçmiş, öyle günler olmuştur ki borcunu ödeyemez durumlara düşmüştür. Devrin ileri gelenlerinden ve zenginlerinden yardım telebinde bulunurken bile onurundan taviz vermemiş, dilenci durumuna düşmemiştir.
Ruhsatî, aşıklığı genç yaşta elde etmiştir. Kendisi bunu bade içmesine bağlamaktadır. Onun ne Sümmani'nin Gülperi'si, ne de Feryadi'nin Güldane'si gibi hayaline yandığı bir sevgilisi vardır. Çevresinde Hak aşığı olarak bilinen Ruhsati'ye aşıklık "Bismillah" ile verilmiştir. Şiirlerinde Ruhsat, Ruhsat Baba, Aşık Ruhsat ve genellikle de Ruhsatî mahlasını kullanmıştır. İrticalen söyleyebilen şair, saz çalmasını bilmemektedir. Ruhsatî, anlatmak istediği düşünceyi gayet usta bir söyleyişle dile getirmesini bilmiştir. Şiirlerinde tekrara düşmemeye özen gösterir. Ancak ifadeye kuvvet vermek isterken şuurlu olarak tekrara baş vurur. Bunu yaparken de sıkıcılığa düşmediği gibi, üslubuna ahenk katar. Ruhsatî'nin şiirlerinde en göze çarpan özellik tasvirlerdir. Öyle tasvirler vardır ki, çoğu aşıklarda rastlanılmayacak güzelliktedir. Diğer aşıklarda olduğu gibi Ruhsatî de şiirlerinde aşk, tabiat, gurbet, öğüt, taşlama, tenkit, şikayet, dilek, mistik düşünce ile fanilik konlarını ele almıştır. Şiirlerini 8, 11, 14 ve 15 hece ile söylemiştir. Nadir de olsa 5 ve 7 heceli şiirleri vardır. Aruz vezni ile de şiirler yazmışsa da bunda pek başarılı olamamıştır. Şiirleri teknik yönden oldukça başarılıdır. Gereği gibi okuyamayan şairin en büyük düşmanı cehalettir. Ona göre insanı insan yapan en önemli özellik eğitim ve terbiyedir. Ferdin, ailenin, toplumun ve milletin huzuru için sağlam bir terbiye ile köklü bir eğitim esastır. Ruhsatî'nin şiirleri incelendiğinde, onun, en çok Karacaoğlan'ın etkisinde kaldığı görülür. XVII. Yüzyılın güçlü temsilcilerinden Aşık Ömer ve Gevherî'nin de Ruhsatî de etkisi görülür. Ayrıca Ruhsatî, Pir Sultan, Kul Himmet Üstadım ve Dadaloğlu gibi aşıklarla, çağdaşı aşıklardan Dertli ve Seyrani'nin de etkisinde kalmıştır. Başta oğlu Minhacî, Meslekî, Zakirî (Noksanî), Emsalî ve Tabibî gibi aşıklar Ruhsatî'den etkilenmişlerdir. Bekir Kılıç, Dilhanî, Ehramî, Firakî, Gafili Hamza, Sızırlı Hasan, Hitabî, Kelamî, Kenanî, Memiş Eroğlu, Muzaffer, Nedimî gibi aşıklar da Ruhsati'yi usta kabul etmişlerdir.
Daha senden gayı âşık mı yoktur
Nedir bu telaşın ey deli gönül
Hele düşün devr-i Adem'den beri
Neler gelmiş geçmiş say deli gönül
Günde bir yol duman çöker serime
Elim ermez gidem kisb ü kârime
Kendi bildiğine doğrudur deme
Gel iki adama uy deli gönül
Şu yalan dünyadan ümidini üz
İnanmazsan bak kitaba yüz be yüz
Hanen mezaristan malın bir top bez
Daha doymadıysan doy deli gönül
Baktım iki kişi mezar eşiyor
Gam kasavet geldi boydan aşıyor
Çok yaşayan yüze kadar yaşıyor
Gel de bu rüyayı yoy deli gönül
Birgün bindirirler ölüm atına
Yarın iletirler Hakk'ın katına
Topraklar susamış adam etine
Hep ağzımı açmış hey deli gönül
Mevlâm kanat vermiş uçamıyorsun
Bu nefsin elinden kaçamıyorsun
RUHSATÎ dünyadan geçemiyorsun
Topraklar başına vay deli gönül
MİNHACÎ
(1862 - 1901)
Asıl adı Ali olup Âşık Ruhsatî'nin oğludur. Annesinin adı Meryem'dir. Kangal'ın Deliktaş köyünde doğmuş, ömrünü burada tamamlamıştır. Çocukluğunda Karacalar tekkesindeki Müderris Hasan Efendi'den ve Sivas'ın Koyuncu köyünden olan Seyit Efendi'den dersler almıştır. Bu yüzden çevresinde Molla Ali olarak bilinmiştir. Mizaç itibariyle içine kapanık, sakin ve çevresindekilere saygılı, bildikleri ve inandıklarıyla amel eden yapıda birisidir. Köyünde Ağkız olarak bilinen Hatice ile evlenmişse de bu evlilik yedi sene kadar sürmüş ve eşi Hüyüklüyurt köyünden Osman'la evlenmiştir. Ağgelin'i çok seven Minhacî, yatağa düşmüş, bir müddet sonra da vefat etmiştir. Bu bakımdan Minhacî, aşık edebiyatımıza lirik şiir kazandıranların başında gelir. Hakkında Kemal Gürpınar (1939) ve Doğan Kaya (1994) tarafından iki kitap yayımlanmıştır.
Name şad olayım neme güleyim
Gönül gamda iken gülünmez imiş
Sineme vurdular hicran kamasın
Haşre dek noktası silinmez imiş
Geldi geçti güzellerin kervanı
Sürüldü savruldu dostun harmanı
Gençlik elde iken sürün devranı
Kocalıkta devran sürülmez imiş
Toy iken ölüme aklım ermezdi
Ayrılık ne kulağıma girmezdi
Şu dert hatırıma bir dem gelmezdi
Başa ne gelecçek bilinmez imiş
Minhacî'yim demem binde birini
Ferhat olan niçin sevmez Şirin'i
Aradım kitapda buldum yerini
Sabır gibi devlet bulunmaz imiş
MESLEKİ
(1858 - 1930)
Meslekî, 1858 yılında Kangal ilçesinin Kertme köyünde doğmuştur. Babasının genç yaşta ölümünden sonra hayatı maddi sıkıntılar içerisinde, yarı aç yarı tok olorak geçmiştir. Bu süre içerisinde köy odalarına girip çıkan meslekî, yanık sesli köy delikanlılarını ve güngörmüş ihtiyarları dinleyerek bir anlamda şairliğinin ilk derslerini almaya başlamıştır. Böylebir köy havası içerisinde yetişen şair, daha sonraları aşka düşüp aşıklık yolunu tutmuştur. Meslekî 1930 yılında ölmüştür.
Sesi çok yanık olan şair, yakında bulunan Deliktaş köyüne gidiş gelişlerinde Ruhsatî ile tanışarak ona çırak olmuş ve şiir alanında bu büyük şairin yolundan gitmiştir. Şairlikteki şöhretini "yavaşça yavaşça" redifli şiiriyle yakalamıştır.
Üç defa evlenen şairin bu evliliklerinden toplam 14 çocuğu dünyaya gelmiştir. Şiirlerinde aşkın yanı sıra dinî konulara ve ölüm temasına yer vermiştir.
Dolanı dolanı gelir
Ölüm yavaşça yavaşça
Kalem alıp yaz derdini
Gülüm Yavaşça yavaşça
Söyünmüyor bir dem nârım
Sevda oldu öz diyarım
Güz geldi geçti baharım
Selim yavaşça yavaşça
Garip gönlüm durmaz oldu
Gözüm ırak görmez oldu
İşe güce ermez oldu
Elim yavaşça yavaşça
Sevdiğim bu yana bakmaz
Kaş eğip kirpiğin yıkmaz
Kırıldı kandım kalkmaz
Kolum yavaşça yavaşça
Şu dünyaya güvenilmez
Ölmeyince gam kesilmez
Meslekîm artar eksilmez
Zulüm yavaşça yavaşça
Muhlis AKARSU
Muhlis Akarsu, 1948 yılında Sivas'ın Kangal İlçesinin Minarekaya köyünde doğdu. İlkokulu Minarekaya'da okudu; bu dönemde Bektaşi Cem cemaatlerinde, yörenin seyitlerinin ve ozanlarının etkisinde kalarak saz çalıp söylemeye başladı. Malatya'da ortaokulda okurken, ekonomik yetersizlikler nedeniyle ikinci sınıftan ayrıldı. Küçük yaşlardan itibaren şiir yazdı, deyiş ve nefes kurdu. Bağlamasıyla birlikte zakirlik yaptı. 1970 yılında İstanbul'a yerleşti. 1970'li yıllarda söz ve müziği kendine ait olan ilk 45'lik plağı çıkardı. Hacı Bektaşi Veli, Yunus Emre, Karacaoğlan, Aşık Veysel doğrularından yola çıkarak kendine insan sevgisini şiar edindi, tüm yaptıklarında bu ana temayı temel aldı. 1972 yılında, kendisinin de çok saygı duyduğu Seyyit Halil Çiftlik'in kızı Muhibe Leyla Çiftlik ile evlendi. Bu evliliğinden Pınar, Çınar ve Damla adlarında üç kızı oldu
İşte Gelip Gidiyorum
İşte geldim, gidiyorum dünyadan
Ne yazık ki çözemedim ben beni
Haksızlık dünyadan sürüp giderken
Şekil verip çizemedim ben beni
Dost beni...
Yalan riyakarın meşrebi, şahı
Gider olur erenlerin dergahı
Bir mürşide yazamadım ben beni
Dost beni...
Akarsu'yum halden hale büründüm
Cahilin gözünden nokta göründü
Derya idim damarlara bölündüm
Çok bulandım süzemedim ben beni
Dost beni...
FERYADI (DELİ DERVİŞ)
(1824-1904)
Halk arasında Deli Derviş adıyla tanınan Feryadi'nin asıl adı Mehmet'tir. 1824 Yılında Zara'nın Zoğallı Köyü'nde doğdu. Babası Yusuf, Divriği'nin Gânut Köyü'ndendir. Geçim sebebiyle Zara'mn Zoğallı Köyü'nde arazi alıp oraya yerleşti. Feryadı, Zoğallı'da doğdu.
Deli Derviş Feyâdi'nin ilk yıllarına ait geniş bir bilgiye sahip değiliz. Yalnız Alevi dedesi olduğu, Divriği'den Kars'a kadar olan bölgede müritleri bulunduğu, kendisinin de sık sık buralarda dolaştığı söylenir
Deli Derviş Feryâdi, uzun boylu, ince yapılı ve ak sakallı idi. Yakınları ona Derviş Ağa derlerdi. Sazı çok güzel çalardı. Sazına "San Turna" adını vermişti. Sazına kendine göre de bir perde eklemişti. Sivas yöresinde o perdenin adına "Deli Derviş Perdesi" denir. Bir gün saz Çallarken sinirlenip kuvvetlice vurduğu, bütün tellerini kırdığı, sazı perdesiz de çaldığı anlatılır.
Coştuğu zaman cezbeye tutulmuş gibi kendinden geçerdi. "Deli" sıfatı kendisine bu halinden ötürü verilmiş olsa gerek. Ömrünün sonralarında oğlunun yanma Kangal'ın Soğukpınar (Mamaş) Köyü'ne gitti. 1904 yılında tahminen 80 yaşında iken orada öldü.
Deli Derviş Feryâdi, önce Kul Yusuf mahlasını kullanmış sonra Feryâdi mahlasını almıştır. Güçlü bir şair olan Feryâdi, sadece tarikat şiirleri ile yetinmemiş her konuda şiir yazmıştır.
Feryadi'nin Pir Sultan Abdal döneminde yaşadığı sanılan Kul Yusuf la ilgisi olmadiğı gibi 1920'de Uîaş'ın Baharözü Köyü'nde doğan Feryâdi ile karıştırılmamalıdır.
DELİ DERVİŞ FERYÂDİ'DEN
Bugün gam yükünün tüccarı geldi
Çekemem bu derdi bölek seninle
Seni seven aşık sararıp soldu
Çekemem bu derdi bölek seninle.
Yine gam yüküne tüccar ben oldum
Lokman'a yetmeyip çaresiz kaldım
Medet Mürvet dedim kapına geldi.
Gerçek aşı gafletinden uyanır
Muhammed'in gül rengine boyanır
Ancak bu cefaya Eyüp dayanır
Çekemem bu derdi bölek seninle
ABDULLAH PAPUR
1945-1989.
Küçük yaşlarda bağlama çalmayı öğrendi. Önce aşıklık geleneğinde usta malı türküler söyleyen Papur, sonraları kendi türkülerine ağırlık verdi. Türkiye'nin birçok yerini dolaştı. 1970'li yıllardan itibaren toplumsal konulara yönelen Papur bu dalda da birçok eser verdi. DOĞUMU : 1945 yılında Divriği' de doğmuştur. Sivas-kangal'a bağlı iğdeli köyünden yetişmiş olan ozanımız küçük yaşlarda bağlama çalmayı ögrendi. Önce aşıklık geleneğinde usta malı türküler söyleyen Papur, sonraları kendi türkülerine ağırlık verdi. Türkiye'nin birçok yerini dolaştı. 1970'li yıllardan itibaren toplumsal konulara yönelen Papur bu dalda da birçok eser verdi. Fevkalede harika uzunhavalarıyla, halk muziğindeki kâmilliği herkes tarafından kabul edilmiş, anadoluda en az bir Refik Başaran ya da Mahzuni Şerif kadar tanınan, mühim mahalli ozanlarımızdandır. 1989 yılında aramızdan ayrıldı.
